üdopara

29 Kasım 2010 Pazartesi

Sosyal Sorumluluk " YGA 2010 LİDERLİK KONFERANSI"




YGA, uzun adıyla Young Guru Academy...

"Dünyayı değiştireceğine inanacak kadar idealist,
Hayalinin önündeki engelleri görecek kadar da gerçekçi...
Engelleri kaldırmayı deneyecek kadar cesur,
Sıradışı hayal ortakları ile çalışabilecek kadar da uyumlu... 

Kendine yapabileceği en büyük yardımın,
Başkalarına yardım etmek olduğunu bilen bir bencilseniz... 
Sosyal sorumluluk sahibi, başarılı
Çift kanatlı bir lider olmayı hayal ediyorsanız, 
Sizi tanımaktan onur duyarız..."   

YGA'nın sitesinde yer alan, sizi karşılayan, oluşma felsefesini çok güzel anlatan dizeler. Sihirli sözcükler...

YGA ile 2008 yılında tanıştım. İnternette gezinirken fark ettim. 'Lider' yazıyordu. O zamanlar karar vermiştim kendimi değiştirmeye ve o sene tanışma fırsatım olmuştu 'gönüllülük' kelimesiyle. Başvuru yaptım. Kabul edilmedim. Verdiğim cevapları kısa kısa hatırlıyorum. " ... okulda hep lider konumundaydım, sınıf başkanıydım..." , " ...ben(!) çok şey başardım, liderlik özelliğine zaten sahibim" vs. vs. Yaptığım yanlışı bir sene boyunca Genç KYÖD ile çalışınca anladım.

YGA 2009 Liderlik Konferansı(LK)'nın başvurusundan önce  YGA Kocaeli Sorumlusu ile tesadüfen tanıştık. Bana biraz YGA'dan bahsetti. Hemen Genç KYÖD'de, bir toplantımızda YGA'yı anlatması için ikna ettim. Güzel anlattı. Başvuruların kapanmasına kısa bir süre vardı ve zaman ayırıp YGA'nın sitesini inceledim. Sonra da başvurdum, kabul edildi. 2009 LK tek kelimeyle büyülüydü. Çok etkilendim. Hayran kaldım. Çok şey öğrendim. Hayallerimi tazeledim ve bir sene boyunca bunun sayesinde hayallerimi ve hayallerimden fazlasını gerçekleştirdim. 

LK'dan sonra elemeler devam ediyordu. Liderlik konferansına 17000 kişi arasından 2000 kişi seçilmişti, bu 2000 kişi arasından da 400 kişi seçilecekti. Verdiğim cevaplar sonucunda mülakata girmeye yani 400 kişi arasına girmeyi başarmıştım. Mülakatlarda elendim. Bunun bir çok sebebi olabilir. Bunlara sonra değinmeyi düşünmekteyim.

En baştan başlamaktan nefret etmeme rağmen tekrar mücadele için YGA 2010 LK'nın ön kayıt formunu doldurdum, kaydım kabul edildi ve YGA 2010 LK'ya katılmaya haziran ayında hak kazandım. 2 gün önce de bu konferanstaydım. 

Bu konferansta konuşmacı olarak Güler SABANCI, Münir KUNDAKÇI, Agah UĞUR, Hasan YILMAZ, Süreyya CİVİL, Coner Pierce ve Sinan YAMAN katıldı. Konuşmacılara geçmeden önce, konferansa gitmeden önce Gülşah ile telefonda konuşurken YGA'ya farklı bir açıdan bakmaya başlamıştım. Daha eleştirel bakıyordum, o büyülü havayı bu sebepten dolayı hissedemiyordum. Kafamı kurcalayan soruların en basitleri şunlardı;

- YGA herhangi bir şirket tarafından destekleniyor mu? [1]

- Lider vasfına sahip olan kişiler (YGA mezunları) ilerleyen aşamalarda bu şirketlere CEO olmak için YGA'yı aracı olarak mı görüyor? Ya da YGA bu yol için aracı mı oluyor?[2]

- Toplum için yapıldığını düşündüğüm çalışmalarınız ne kadar toplum için faydalı olduğunu düşünüyorsunuz?[3]

- Türkiye'de eğitim sürekli bir yarış gibi gösteriliyor. Engeller konulup öğrencilerin yarış atı gibi bu engellerden atlatılması bekleniyor. Böyle bir sistemde sizin politikanız sistemi destekler nitelikte mi?[4]

- Üniversitelerden bu kadar rağbet görmenizin paralelinde üniversitelerde yaşanan sorunlara ne kadar eğiliyorsunuz? Bununla ilgili bir çalışmanız var mı?[5]

Bu sorular aynı zamanda konferans öncesi YGA'ya gönderdiğim sorulardı. Cevaplarını direkt onlardan alamadım. Ama konferans boyunca konuşmalarım ve tartışmalarım bu yönde ilerledi. Soruların cevaplarını ise yazının ilerleyen aşamalarında göreceksiniz.

YGA 2010 LK'da konuşmacılar Türkiye için önemli kişilerdi. Hepsinin biyografilerinden de anlaşılacağı üzere, eğitim hayatının bir bölümünde yurt dışında eğitim almışlardı. Bu ister istemez tepkimi çekmişti. Benim bundan çıkartacağım sonuç şuydu, başarılı olmak için yurtdışı eğitimi şarttı. Peki Türkiye baz alınarak düşünüldüğünde yurtdışında eğitim alacak kesim % kaç dersiniz. Bence üniversite öğrencilerinin %10'unu geçmemektedir. Bu durumda geri kalan %90 öğrenci umudunu kesip yok olmaya mahkum mu bırakılmalı? Onlara örnek olacak birilerinin de bu konuşmalarda yer alması gerekmez miydi?

Konuşmacıların konuşmalarından bahsetmek istiyorum. Bütün olumsuzluklara rağmen konuşmalarından etkilenmiştim. Çok güzel noktalara, derinlemesine dalmışlardı konuşmacılar. Bir kelime bazen bir çok şeyi anlatmaya yetiyor da artıyordu. Bir cümle uğruna hayat boyu mücadele edilecek kadar etkiliydi. Konferansta beni etkileyen kelimeler, sözler ve alıntılar ile ilham kaynağı olacak kitap önerilerini sizinle paylaşmak istiyorum. Bunlar:

- " Bir hayalim vardı, önündeki engelleri kaldırdığımda hayalimin kendiliğinden gerçekleştiğini farkettim." M.K. Atatürk.
Çift Kanatlı Lider: Bilgi ve tecrübelerle donanımlı, aynı zamanda sosyal sorumlu lider... 
- Tecrübeye dayalı eğitim,
- "Liderlik ile yöneticilik aynı şey değildir. Yönetici işin iyi şekilde ortaya konulmasını sağlar, lider ise hangi işin iyi olduğunu bulup diğerlerini buna ikna etmektir. Fakat liderlik ile yöneticilik ayrı düşünülemez."
- "Lider değişmekten korkmaz, lider değişimi yaratır"
- " Takip eden yoksa 'lider' de yoktur."
- " Bisiklete binmeyi öğretmek istiyorsan, yanında koşmalısın..."
- Görünmez Lider
- Çelişkileirn iç içe olması gerekir. Örneğin Kararlılık ve Esneklik, Yaratıcılık ve Disiplin, Cesaret ve Sabır...
- "Gerçek ve tam doğru yoktur."
- İç'ten liderlik insani duygularla alakalıdır. Mesela aşk gibi, nasıl olduğunu bilmezsin ama olur işte...
- " Hayat kopya çekmenin serbest olduğu bir sınavdır" (Bu sözü Hasan Yılmaz söylemişti ve konferansta en çok bu sözde etkilenmiştim)
- " Bir insanın uğruna öleceği bir şeyi yoksa, yaşamaya hakkı yok demektir." Martin Luther King
- Vicdani Zeka: Zekanın vicdana bağlı olduğunu anlatan parlak bir kelimedir. 
- " Bu halde olmamın nedeni annem ve babamın fırınına dayanmaktadır" Sinan Yaman (Ayrıca bu söz de bana kendimle ilgili bir çok soruyu cevaplamakta yardımcı olmuştu.)
- " Liderlik kabiliyetleri karar verirken ve sorumluluk alırken gelişir"
- Hata yapmanın öğrenme üzerindeki etkisi büyüktür. 
- " Sıradışı zihinler, sıradan zihinlerin atağına uğrarlar" Einstain
- " Bencillikten bensizliğe doğru yolculuk..."

Konferans sabah 10'dan akşam 6'ya kadar devam etti. Bu sürede bir çok göster, reklam ve konuşmayı izledim. Reklam... Konuşmacılar konuşurken sponsor olan firmaların isimlerine bakmaktan kendimi alamıyordum. Çok büyüklerdi. Türkiye'nin en büyük firmaları. Hemen hemen hepsi de çok uluslu çalışan firmalar. Neden böyle bir STK'ya bu kadar büyük firmalar aynı anda sponsor olmak istiyordu ki? Yani avını görmüş aslan gibi hepsi neden YGA'nın peşindeydi. Bunun bende bir açıklaması vardı. YGA bu sene 33000 üniversite öğrencisi arasından kendi düşünceleri paralelinde 2000 seçilmiş üniversite öğrencisine konferans veriyordu. Daha sonra bunların arasından en yetenekli 200 öğrenci/ genç araştırmacı ile yollarına devam edecekler ve liderlik vasıflarını ön plana çıkartan faaliyetlerde bulunacaklardı. YGA'nın ilerleyen aşamalarında ise yurt dışındaki eğitimlerle dil ve geniş gözlüklerle dünyaya bakma yeteneklerini geliştireceklerdi. En sonunda 'LİDER' olacaklardı bir kaçı. Peki sonra ne olacaktı. Bu lider nereye gidecekti. İşte sponsorların şifresi burada deşifre oluyordu. YGA'dan mezun olanların büyük çoğunluğu bu sponsorlardan birinde CEO olarak çalışmaktaydı. Eğitilmiş genç beyinler... Daha az çaba harcayacaklardı bunların şirketlerine adapte olmaları için. Güzel bir düşünce, aferin onlara(!).

Hep kafamı kurcalayan bir soru ise " Neden hep seçilmişlerle yoluna devam ettikleri"ydi. Seçme kriterlerinin seçmede yetersiz olacağı, aslında bu tür şeyler için gönüllü olanların bu çeşit seçme kriterlerine karşı daima cephe aldığı aşikardı. Dolayısıyla dünyanın değişmesi için daha geniş kitlelere, bir nevi hastalık yayan hücrenin bulunup tedavi edilmesine ihtiyaç vardı. YGA LK'da bu soruma güzel cevap bulmuştum. YGA'nın hedefi de bu doğrultudaymış ve bunun yapılması için zamana ihtiyaçları varmış. Kesinlikle katılıyorum. Değişimin ani olması, dağılmanın çabuk olmasıyla paralellik taşır. 

Peki 2 sene üst üste LK'ya nasıl seçildim, yazımın içeriğinde neler vardı. Kısacası bunun püf noktası neydi? YGA'ya seçilmenin püf noktaları (söylediklerimi yaptığınız taktirde seçilmeme olasılığınız %1'dir.)

1) Öncelikle YGA'nın sitesini (www.yga.org.tr) en ince ayrıntısına kadar inceleyin. 
2) Sitenin ve yazımın girişinde yer alan dizelerden ve genel tanımında yer alan kısımlardaki "çift kanatlı, idealist, cesur, iştahlı, elleri hızlı, vicdani zeka, bensiz, zihni berrak, hayal, sosyal sorumlu" kelimelerini içeren tanımlarla YGA LK'na başvurun. Bu kelimeleri kullanarak özgün cümlenizi yazın. Ama bu kelimelerin ne anlama geldiğini de öğrenin.
3) Eğer bir STK (Sivil Toplum Kuruluşu)'ya üye değilseniz, hemen araştırmaya başlayın ve sosyal sorumluluk projelerinde yer alan bir STK'ya üye olun. (Kocaeli için Genç KYÖD'ü önerebilirim, diğer iller için TOG da faydalı şeyler yapmakta.)
4) Başvurularınız sırasında hangi tür sosyal sorumluluk projelerine katıldığınızı açıklayın. Ama sakın "ben" kelimesini kullanmayın, " biz " kelimesini kullanmanız tercih sebebidir. 
5) YGA'yı 5 kelime ile tanımlayın kısmına Lider Fırını, bensiz, hayallerinin peşinde vs. kelimeleriyle paralel kelimeler yazın. Seçim kriteri açısından önemli.
6) Eklemek istediğiniz var mı kısmına ise toplum için çalışmaya ve onlar için bir şeyler yapmaya ne kadar iştahlı olduğunuzdan, hayallerinizin olduğundan ve hayallerinizin gerçekleşmesi için sonuna kadar mücadele edeceğinizden vs. bahsedin. YGA hayallerinize ulaşmanız için süreci kısaltacak niteliktedir. Bunun bilincinde olup yazınızı şekillendirin. 
7) Yazınızda özgün cümleler kullanın. Sizi yansıtsın. Ama empati yapıp onların da sizden neler beklediğini düşünerek yolunuza devam edin. Kopya çekmeyin, 33000 (önümüzdeki sene 50000 olur sanırım bu sayı) kişi arasında kaynar giderim diye düşünebilirsiniz ama okuyan ve değerlendiren kişilerin ne kadar dikkatli olduğunu da unutmayın.

Sonuç olarak YGA felsefesi ve başarı reçetesi olan bir kurumdur. Seçim yapmak demek kendi düşünceleri ile paralel düşüncedeki insanları etrafına toplamak demektir. Seçilmemek demek kendinizin bu konuda yetersiz olduğunuz anlamına gelmemektedir. Sizler farklı hayaller kuruyorsanız ve onlar bunun farkında değilse, sizce bu kimin suçu. Onların hayallerini gerçekleştirmek için bir yol bulmuş olmaları demek, sizlerinde hayallerinize gidecek olan bir yol bulamayacağınız anlamına gelmemekte. Atatürk'ün de dediği gibi hayallerinizin önündeki engelleri kaldırmanın yolunu arayın, onları kaldırdığınızda hayaliniz kendiliğinden gerçekleşir. Ve sakın hata yapmaktan korkmayın. Hata yaptığınızda size gülenlerle siz de onunla birlikte gülün. Böylelikle kendinizi fazla ciddiye almamış (bensiz) olursunuz. Eminim bu şekilde hayattan daha fazla tat alırsınız. 

Şimdi mülakat formunu doldurdum, 16 soruya verdiğim cevapları da kaydettim. Eğer seçilirsem bunları da sizinle büyük bir zevkle paylaşmayı planlıyorum.

Hayallerine tutunarak, bu hayallerin gerçekleşmesi için deli gibi çalışan, zihni berrak insanlar olmanız dileğiyle...

Sevgiler...

NOT: Bir sonraki aşama olan mülakatlara çağırılmadım. Üzüldüm ama hayatın sonu değil. Seneye görüşmek üzere YGA :)) (Güncelleme 23.12.2010)








7 Ekim 2010 Perşembe

Mezuniyet - İş Arasında "GET IN NET PROJESI | İSPANYA"

Projeden Bir Kare

Bekleyiş son hızıyla devam ediyor...

Belirsizlik denizinin en bilinmezliğinde yol alıyorum nereye gittiğimi bilmeden, yani farklı bir şey yok. 

İşte bu bekleyiş sırasında faydalı olarak yapmaya çaıştığım bir şeyler nihayet meyvesini verdi ve Ulusal Ajansın sitesinden projelere katılmak için yaptığım başvurulardan birisi onaylandı. 

Projenin adı GET IN NET'ti. Spesifik olarak Eylem 1.2 Transnational Youth Initiative'in eğitim toplantısıydı. Ama ilk aşamda beni ilgilendiren yurt dışına çıkacak olmamdı. Çünkü zihnimin uçmaya ve yeniliklere doğru yönelmeye ihtiyacı vardı. 

Gidene kadar bir çok sorunla karşılaştım. Bunlardan maddi sorundu. Malum bu proje öncesinde de bir projeye katılmıştım ve gidiş geliş yol parasını, ayrıca diğer harcamaları kendi cebimden yapmam gerekiyordu. İşim olmadığı ve yüksek bir gelirim olmadığı için ilk aşamada büyük bir sorundu. Fakat derman hızır gibi yetişti. Aradığın arkadaşlarım hemen hesabıma yeterli miktarda para yatırabileceklerini belirttiler. Çok mutlu olmuştum ama sorunlar peşimi bırakmıyordu. Etkinliğe bir 10 gün kala bana katılabileceğim haberi gönderilmişti. Aksilik o ya haber verdikleri zaman bayram tatili zamanıydı. Uçak bileti ve vize konusunda hemen araştırmalara başladım.  Birbiriyle bağlantılı sorunlardı bunlar. Vize almak için koşulları gözden geçirdim. Bazı sitelerde 10 gün bazılarında en az 20 gün süreceği yazıyordu. Ama benim o kadar zamanım yoktu. Gerekli olan belgeleri toplamaya odaklanarak zaman kavramını yaşayarak görmeyi tercih ettim. Ayrıca uçak bileti satan firmalarla kontak kurmaya çalıştım. Fiyatlar fazla değildi, arkadaşların desteğiyle üstesinden gelinecek gibiydi. 
Pazartesi günü ilk iş vize başvurusu yaptım. Son 10 dk kala bütün belgeleri toplamış ve teslim etmiştim. Artık tek sorun beklemek ve uçak bileti rezervasyonunu tazelemekti. Bir hafta sonra vize çıkacaktı. Yani etkinliğe katılmama bir gün kala. O bir hafta uçak bileti konusunda çok sıkıntı çektim. Cumartesi günü son rezervasyonu gerçekleştirdiğimde fiyat 1060 Euro'ydu. Bu fiyat sadece Madrid'e gitmem için biçilmiş fiyattı. 

Sonraki pazartesi sabah erkenden konsolosluğa gittim ve vizemin çıkmış olduğunu öğrendim. İnanılmaz bir duyguydu benim için. Çok mutlu olmuştum. Tek sorun kalmıştı uçak bileti. Biraz araştırma yaptım ve yakındaki uçak bileti satan yerleri tespit ettim. Koştur koştur uçak bileti ararken gittiğim yerlerde sistemin arızalı olduğunu söylediler, sanki bir el beni gitmem gereken yere doğru sürüklüyormuş gibiydi. Nihayet bir firmanın sistemi açıktı. Hemen fiyat öğrenmek istedim, 460 Euro... Bundan büyük mutluluk olur mu?!
Artık yola çıkmıştım. İlk defa bu kadar batıya gidiyordum. Esenboğa Havaalanından yola çıktım, sırasıyla İstanbul Atatürk H.A, Madrid Havaalanı, Alicante'ye uçtum. Alicante'den Murcia'ya otobüsle geçtim. Buluşma noktasında diğer katılımcılarla buluştuktan sonra otobüsle etkinliğin gerçekleştirileceği yere gittik. 

O kadar boşta geçen zamanım sonunda o ortama alışmakta zorluk çektim ama alışmak için o kadar fazla enerji harcamam gerekmedi. Oraya gelen insanlar zaten yeni insanlarla tanışmak ve kaynaşmak amacı ile oradaydı. Dolayısıyla karşındakinin artniyetli olmadığını bilmek ya da düşünmek arkadaşlık kurma aşamasında fazla enerji harcamaya fırsat vermiyor. 
Eğitim çok teorik kısımların yanı sıra çok eğlenceli oyunları da içeriyordu. Proje yazım tekniklerinden, kaliteden, kullanılan anahtarlardan bahsedildi. Eğitim dili ingilizce olduğu için bazı yerleri kaçırdım ama sonrasında dağıtılan kaynaklardan kaçırdığım yerleri telafi etme fırsatı yakaladım. Genel olarak yeni insanlar tanımak  ve kafamdaki proje fikrinin daha somut verilerle karşılanmasını sağlamak için inanılmaz faydalıydı. Ayrıca proje fikrim için değişik ülkelerden ortaklarda bulma şansım oldu. Şimdi bu projenin yazılabilirliği üzerinde çalışıyoru(z)m.

Etkinliklik Fotoğraflarına buradan ulaşabilirsiniz. 
 
İspanya dönüşünde Ulusal Ajans'a biletleri ve onların istediği belgeleri teslim etmeye gittiğimde proje fikrimin kabuledilebilirliği konusunda bilgi almak istedim. İlgili birimle yaptığım konuşma sırasında buna benzer bir projenin kabul edildiğini ve hayata geçirildiğini söyledi Alim Bey. Sonrasında bu projeyi yürütenlerle irtibat sağlamak istediğimi söyledim. Akabinde telefon ile bu kişileri aradı ve görüşmek isteğimi bildirdi onlara. O kadar sıcak kanlı yaklaştılar ki aynı gün 2.5 saat süren bir toplantı/ konuşma gerçekleştirdik. Bu projeyi yürüten ve hayata kazandıran Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf'ın danışmanlarından birisiymiş. Bunu öğrendiğime daha da memnun oldum. En azından bunu düşünen ve hayata geçirmek isteyen sadece ben değilmişim...

GIN Eğitiminde temeli atılan bu sunum KUKLaNLAT projesi olarak hayata geçirildi. Ilorian (Almanya) Ortak olarak yer aldı (Güncelleme: 11/08/2015)

Onca şeyden sonra nihayet yine Ankara'dayım. Evde oturup sadece düşünüyorum. Ne yapabileceğimi, neler yapmam gerektiğini, nasıl yapabileceğimi, nasıl aktif olabileceğimi, işe girip girmemeyi vs. vs. Düşünceler deniz olup yutmadan beni odaklanmam gerekiyor ama yapamıyorum. Olmayınca olmuyor, zorlamayacaksın derler. Beklemekteyim, ne olacaksa olsun artık modundayım, çıkamıyorum... 

Not: Bu eğitim sonrasında 2015 yılına kadar KUKLaNLAT, Sen Gelecekteki Bensin, İşimiz Gücümüz Meslekler ve Bir İyilik Yap, Çöpe At Eylem 1.2 Gençlik Girişimleri projelerini yazdım ve uyguladım. (Güncelleme:11/08/2015)

6 Eylül 2010 Pazartesi

Mezuniyet - İş Arasında "GEÇEN ZAMAN, YİTİRİLEN UMUTLAR"

"Zaman umutların katilidir." 

Evet şimdi bu sözü daha iyi algılayabiliyorum. Geçen her saniye beynimdeki umut zerrelerini bulundukları kapalı kutularda deşifre ediyor. Sonra bunlarla savaşarak bunları yok ediyor. 

İlk zamanlar bu yıkım küçük ölçekli oluyor. "Umudum" olarak gördüğüm her şeyi, kimsenin bulamayacağı ücra köşelere başarıyla yerleştiriyorum. Hatta abartarak bunları besliyorum. Yeni ve güzel günlere inancı olan bir sürü taze umutçuklar yetiştirmeye çalışıyorum. Onları, olacakların simülasyonlarını izleterek güçlendiriyorum. Ama hayatta umudun yetişmesi hiç de kısa sürede olmuyor. Bunu da yeşeren umudumun, her daim telkinlerime ihtiyacı olan yönünden çıkartıyorum. Telkinlerimde sürekli yaşananların yaşanacaklara yol gösterebileceğini ama onun dışında fazla etki etmeyeceğini vurguluyorum. Buna inanarak yapıyorum bunu. İnanmazsam başarısız olurum, biliyorum ve inanıyorum. 

Umudumu beslerken en çok alternatiflerimi düşünüyorum. Özelliklerimi, neler yapabileceğimi, neleri üretebileceğimi düşünüyorum ve daha fazla ne kadar şey yapabileceğimi görmek için bana küçük bir şansın verilmesinin yeterli olacağına sonuna kadar inanıyorum, sarılıyorum. Sonra başlıyorum bunlar için çabalamaya. Önce dil öğrenmeye gayret ediyorum, zaman geçtikçe beynim yoruluyor ve bırakıyorum. Kitap okumak keyif veriyor,  okuyorum, sonra kopuyorum okuduğumdan, hayaller kuruyorum başka dünyalara akan. Sonra nereden koptuğumu bulup okumaya devam ediyorum, sonra tekrar kopuyorum çok geçmeden, derken yine hayaller alemi ama bu kez daha farklısı... Bu böyle sürüp gidiyor. Yoruluyorum ve onu da bırakıyorum. Bilgisayarda deli gibi film ve dizi var. Başlıyorum seçmeye, bu olmaz, bu ingilizce değil, bunun görüntü kalitesi iyi değil, vs. vs. Derken film ya da dizi izlemekten vazgeçiyorum. Başlıyorum nette takılmaya, neler yaparım diye bakmaya. Önce Travian diye müptela olduğum oyuna dadanıyorum. Köylerimi geliştirip hammaddeleri kontrol ediyorum. Gelen atakları nasıl karşılarım ve nasıl aniden karşı atağa çıkarım diye düşünüyorum. Çeşitli hesaplamalar yapıyorum kafamda, sonra başarısız oluyorum, sonra tekrar... Derken artık zaman öldürmemem gerektiği düşüncesi yerleşiyor beynime ve ben başlıyorum kendime faydalı olacak ne yapabilirim diye düşünmeye. Neden iş aramıyorum diye soruyorum kendime, atlıyorum kamuda nerede iş olanaklarım var diye tekrar tekrar araştırmaya. Sonuç, sonuçsuzluk... Özel sektör ne alemde diye "kariyer.net"e bakıyorum. Bir çok ilan var. Çoğu Makina Müh. arıyor. "Anahtar kelimeyle ara" seçeneğine " Mühendis" yazıyorum, arama kapsamı daralıyor, " üretim"  yazıyorum, daha da daralıyor. Sonra başlıyorum okumaya. Okuyorum, okuyorum, okuyorum... Bütün ilanlar farklı başlık  ve spesifik özelliklerin yanında şu ortak şıkları içeriyor: " Askerlik sorunu olmayan", " En az 2 yıl bu konu hakkında iş deneyimi olan", " Mükemmel ingilizce bilen ve kullanan". Yeni mezunuz ve 2 yıl tecrübemiz olacak. Askere mecburen gitmen gerekecek bu işlere gidebilmen için ve bunca şey arasında iyi şekilde ingilizce konuşman gerekiyor. Sonra pes ediyorum ve bırakıyorum iş aramayı. Nasıl olsa sonuçsuz kalacak çabalarım.

İşte bu aşamada zaman faktörünün umuda olan düşmanlığı ön plana çıkıyor. Meğer "zaman", zamanla bu umutları bulurmuş. Sonra başlarmış bunları yok etmeye. İşte bu gün, bu saat, bu an itibariyle zamanın zihnimdeki umutları bulduğunu fark ediyorum. Buldu ve yok etme yöntemlerini uygulamaya başladı. Hani daha önce bahsetmiştim ya " Umutları yeşertmek, büyütmek zordur" diye, işte bunu "zaman"ın umutlarımı bulmasıyla yeni yeşerenleri yok etmesi sonucu öğrendim. 

Evet umutlarım yavaş yavaş sönüyor. Güvencelerime eskisi kadar güvenmez oldum. Biliyorum zamanı gelince gerçekleşecekler dememe karşın "zaman" karşıma " o zaman ne zaman?" sorusunu çıkartarak beni allak bullak etmeye başlıyor. Artık harekete geçmek istiyorum, ellerim kollarım bağlı ( sargıda :)), bir şey yapamıyorum. Eskisi kadar verimli düşünemiyor, sonuç çıkartamıyor, kısacası artık köreliyorum. 

Bunu söyler söylemez zihnimde şu düşünce parlayı verdi "Peki pes mi edeceksin?". O kısacık anda bir çok şey jet hızıyla zihnimden kaydı geçti. "Ne pes etmesi", " Sen nelerle mücadele ettin de bu beklemek mi seni vaz geçirecek", " O hayallerin gerçek ve sende gerçeksin, onları gerçekleştireceksin", " Geçici bir durum, DAYAN"...

Sanırım buraya kadar getirmişken bırakamam. Zaman umutlarımı yavaş yavaş öldürmeye devam ederken ben zamanın ötesinde bir kutuda besleyeceğim yeni umutlarımla yola devam edeceğim. "Asla Pes Edemem"...

27 Ağustos 2010 Cuma

Mezuniyet - İş Arasında " MEZUN NEDİR?"

Okul top oynamaktan ibaretken ne zaman dönüştü acaba ciddi bir mühessese olmaya. Dün gibi hatırlıyorum ilk okula başladığım zamanı. Elime bir çanta, içine küçük bir defter konulmuş şekilde okulun kapısındaydım. Kafamdaki tek düşünce 'daha fazla eğlence'...

İlk adımdan sonra bir mezuniyet furyasıdır aldı başını gitti. İlk, orta, lise ve sonunda 'acaba nihayet mi' üniversite mezuniyeti...  Peki ama mezun nedir ki? İşte bunu üniversite bitene kadar çözemedim. Hala da tam anlamıyla çözmüş değilim ama bir kaç çıkarımlarım oldu mezuniyetin ne olduğu konusunda.

Mesela mezun kişi yerine göre saygı değer ama aynı yere göre beş para etmez birisi olabiliyor. Yani bir çeşit ikilem. Bu ikilemin hangi tarafında olduğunu hiç kestiremiyorsun. Aile farklı bakar bu konuya, toplum ayrı bakar. Sense hiçbirinin bakmadığı şekilde bakarsın. Çık işin içinden çıkabiliyorsan.

Belki de mezun demek geçirilen yılların sertifikası gibidir. ' Bak bu insan bu senelerini burada geçirdi' der gibi. Çevremden aldığım reaksiyonlar da bunu destekler nitelikte. Şayet biri senin hakkında konuşurken ' o şu kadar senedir okuyor' şeklinde tabirler kaçınılmaz. Okuyor okumasına ama nasıl okuyor, ne okuyor, ne için okuyor... Anlatan bile bilmez belki. Ama sen okuyorsun ya hani önemli olan da bu kısmıdır onun için.

Mezun daha bir çok şey demektir. Herkes bir başka yorumlar, herkes farklı bir tecrübe yaşadığı için herkes o gözlerle bakar, süzgeçlerinden geçirir ve karşısındakine sunar. Asla kestirilemez.

İşte böyle kafa karışıklığında son virajı almak üzereyken düşünmeye başladım. Mezun olmak bana ne ifade ediyordu. Öncelikle okuldan, okumaktan, egosunu tatmin etmeye çalışan bazı proflardan, öğrenciye yardımcı olmak çok kolayken aksine işini zorlaştırmak için çalışan sistemden uzaklaşmak anlamına geliyordu. Hem sonra çalışmak anlamına geliyordu. Yani para kazanmak, yani ekonomik özgürlük. Yani kendine ait planların, kendine ait evin ve istediğini (belirli kısıtlamalar hariç) yapabileceğin bir hayat. Tabi önce işe girme gereksinimi, sorunu ve karmaşası...

Sonra askerlik yükümlülüğü düşüncesi ve özel sektörde iş bulmak için öncelikle askerliğin yapılması gereksinimi. Fakat benim gibi büyümüş birisinin cebinde parası olmadan askere gitmesi imkansızdır. Askere gitmezsem de işe giremeyeceğim. Durum böyle olunca askerliği yabana atamıyorsun.

Okuldan sonra kalacak yer de en çok sıkıntısını çektiğim konuların başında gelecek gibiydi. Şöyle ki üniversite hayatın boyunca kendine göre bir hayat kurmuşsun. Bu hayatın sana aittir ve ona göre yaşarsın, ona göre çevreni şekillendirirsin. Ama mezun olduktan sonra gideceğin yerler kısıtlıdır. Aile sığınaktır. Her zaman yanındadır ama en büyük sorun senin yokluğunda belirli bir düzeni yaşamaya başlamış ve ona göre hayatını devam ettirmiş olan ailenin yanına dahil olduğunda takınacağın tutumdur. Aslnda bu konuda düşünecek pek fazla bir şey yoktur. Mecburen kendinden en fazla tavizi vererek ama kendini kaybetmeden düzene ayak uydurmam gerekiyor. Nasıl orta nokta bulunacaksa artık.

Daha binlerce düşünce kafamı kurcalamaktaydı. Hangi işte nasıl çalışma koşulları altında çalışabilirdim. Acaba aldığım eğitim ne kadar yeterliydi. En büyük soru ise daha ne kadar takviye yapmalıydım. Yol gösterene ihtiyacım olacaktı. Ama yardım ederler miydi?...

Ve işte MEZUNum. İlk üç senesi işkence gibi olan, son iki senesi mükemmele yakın olan, ama her aşamasından, her anından düşününce memnun olduğum üniversiteden mezun oldum. İlk aşamada kafamdaki plan şuydu. Önce 17 senelik okul hayatından sonra tatil yapacaktım. Hem de tadını çıkarta çıkarta. Hayalim olan tren turuna çıktım, Ağva'ya gittim, orta karadeniz turu yaptım. Kafamda sadece tatil düşüncesi vardı. Bir işe girme koşullarını kafamda hiç tartmıyordum. Mezun olmuştum ve haketmiştim tatili.

Tatillerin bitmesi ile asıl mücadeleme başlamıştım. Gerçeklik... Okurken o kadar uzaklaşmışız ki gerçeklikten ve anlatılanlar o kadar uzaklaştırmış ki bizi gerçeklikten, bunun farkına varmam nehirde çaresizce çırpınan bir balığa dönmemle eş zamanlıydı. Ya akademisyenlerimiz yeterince sektörde bulunmamışlar ve iş sektörlerini araştırmamışlar ya da  sektörün portresini bize aktarmada sorunları vardı. Elimizde sadece bilgi birikimi vardı. Nasıl ve nerede kullanacağımızı bilmediğimiz bir bilgi birikimi. Acaba iş nasıl bulunurdu? (Üniversitedeyken bu konularda bir kaç seminere katılmıştım. Ama burası gerçek hayattı işte)

Artık durumun ciddiyeti geçen zamanla kendini göstermişti. İş bulmam ve çalışmam gerekiyordu. Bunu istediğim için değil, mecbur kaldığım için düşünmeye başladım. Çalışmak için iki seçeneğim vardı. Bunlardan birisi özel sektördü. Bu özel sektör Metalurji ve Malzeme Müh. için biçilmiş kaftandı ama o kaftana el sürmesi bile inanılmaz bir mücade ve kendini ıspatlama çabası gerektiriyordu (tabi hatırı sayılır akraban yoksa bu sektörde çalışan). Çabalarıma ilk aşama olarak buradan başlamaya karar verdim. Özel sektörde çalışmaya başlayabilirsem eğer hem tecrübem artacak hem de bilgi birikimiyle geçirdiğim boşa zamanımı değerlendirmiş olacaktım. XING.com bu konuda yeterince tanınmış bir siteydi. Üst düzey yönetici kaynıyordu burada. Zaten üniversite hayatımda da iletişim halinde olduğum bir yöneticiye mezun olduğumu belirten bir msj bıraktım. Cevap hem olumlu hem de olumsuzdu. Beni değerlendirmeyi düşündüğünü, Mühendisin sermaye olduğunu fakat askerlik yapmamış olmam demek bu sermayenin askerlik süresi boyunca kesintiye uğrayacağını belirten güzel bir geri dönüş yaptı. Demekki mezun olununca ilk yapılması gereken askerlikti, tabi özel sektörde çalışmak için... Sonrasında secretcv ve kariyergenç vs sitelerde iş bulma girişimlerim hep bu engele takıldı. Özel sektör konusunda bu kadar kesin kararları (askerliğe öncelik verilmesi gibi) kendi kendime almamda en büyük etken diğer seçeneğe çok fazla güvenmemdi. Ama herhangi bir işletme ile yüzyüze görüşmedim veya herhangi bir iş başvurusunda bulunmadım. Belki de yüzyüze görüşmeler sonucunda bu karara varmam gerekiyordu. Şimdilik ramazan dolayısıyla beklemedeyim ama diğer seçeneğin gerçekleşmemesi durumunda özel sektöre tekrar bir yönelme söz konusu gibi görünüyor.

Metalurjist olarak bir diğer iş olanağı ise Kamu Kuruluşlarında çalışmak. Bu ihtimal çeşitli açılardan bakıldığında özel sektöre göre iş olanağı çooook düşük bir olasılıktı. Kamuda iş bulabilmek için Lisans düzeyinde KPSS'ye girmek gerekiyordu. Şu günlerde KPSS'de dönen dalaverelere bakılınca kazanmanın ne kadar sıkıntılı olduğunu anlamak için çok çaba harcamaya gerek yok. Ayrıca kazanınca da iş bitmiyor. Kamuya Metalurjist alımları senede 10-15 civarında gerçekleşiyor. Genellikle de T.C.D.D. ve Savunma Sanayi talep ediyor. Malzeme Ofisi ve MTA da alımlar gerçekleştiriyor. Diğer kurumlardan pek ilgi görmüyor. Peki düşünmenizi istiyorum senede her üniversiteden ortalama 30 mezun Metalurjist olduğu ve 23 farklı üniversite de farklı isimlerde bu bölümün bulunduğu göz önüne alınırsa işe girme oranı ne kadar olabilir? Önceden mezun olmuş olup senelerini KPSS'ye harcayan Metalurjistlerden bahsetmiyorum bile. Eğer sıradan bir Metalurjist olursan Devlet Kurumlarında çalışmak uzak bir hayalden öte gidemez. Ama imkansız değildir. Fakat durum benim için biraz farklı. İlkokuldan itibaren okul hayatım boyunca S.H.Ç.E.K (Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu)'deydım. Bu şu anlama geliyor. Bu kurumda korunma ve bakım altındaysanız ve ortaokulu bitirmişseniz devlette hizmetli kadrosuyla işe girme olanağınız vardır (tabiki belirli bir sınav vardır ve kazananlar işe yerleştirilir, ayrıntılar SHÇEK'in sayfasında mevcuttur). Eğer lise mezunuysanız Memur ve Hizmetli sınavlarına dahil olursunuz ve kazandığınız taktirde kaç kişilik kontenjan açılmışsa o kadar kişi işe yerleşir. Eğer yüksek okul mezunuysanız uzmanlık alanlarınıza göre kurumlar size iş sınavı gönderir. Dolayısıyla yarışacağınız kişi sayısı azdır (bazen tek sizin bölüm vardı) ve formalite sınavından sonra işe yerleşebilirsiniz. Ben bu son bahsettiğim kategoride yer alıyorum. Bana Memur ve Mühendis kadrolarından iş sınavları gelmesi gerekiyor. Benim düşünceme  göre iş sınavlarının Ağustosta gelmesi gerekmekte ve benim Eylülde iş başı yapmam gerekmekteydi. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Sorunlar ve sistem o kadar zamanımı aldı ki, bu bekleme aşamasının kasım veya aralık aylarını kapsamasından korkuyorum. Sistem şu şekilde işliyormuş: kurumlar ihtiyaçları doğrultusunda SHÇEK'ten mezunların listesini istiyormuş ya da örneğin ' yüksek okul mezunları bu sınava uygundur ' şeklinde bir ibare ile SHÇEK Genel Müd. başvuruyorlar ve sonrasında bu şartları sağlayan mezunlara iş sınavı gönderiliyor. Sonrasında sınav ve mülakat gerçekleşiyor ve işe yerleştiriliyor ya da yerleştirilmiyor.

İşte ben de tam bu aşamadayım. Bir kaç kez SHÇEK ile yaptığım konuşmalar sonucunda çeşitli çıkarımlarım oldu. Örneğin eğer haklarını öğrenmek için girişim yaparsan göze batarsın, işlerine karışmış olursun ve elinde bütün yetkileri bulunan bu insanlar tarafından farkına varmayacağın bir ceza ile karşılaşabilirsin (henüz o ceza aşamasını görmedim çok şükür). Ama aynı zamanda haklarını bilmediğinden ve yeterli bilgi verilmediğinden dolayı bu hakları kendi kendine öğrenmediğin için yine sen suçlusundur ki bu da işi içinden çıkılmaz bir hale sokar. Bu sebeple 3 kez görüşme yaptım ve sonrasında artık zamana bırakmaya karar kıldım. Sabırsızlıkla olacakları beklemekteyim.

Tabi bu bekleme aşaması tamamen karın ağrısı. Beklerken ne yapmalıyım acaba diye her sabah kalktığımda kendi kendime soruyorum. Sonucunda bir kaç 'yapılması gerekenler listesi' oluşturup o gün onları yapmaya çalışıyorum. Öncelikle dil eğitimi beklerken en çok üzerinde durduğum konulardan birisi. Dili geliştirmek, geliştirmesem bile canlı tutmak zorundayım. Dolayısıyla ingilizce sitelerden ingilizce haberler okumaya ve projeleri takip etmeye çalışıyorum (Youth in Action). Yeni bir dil daha gerekiyor diye bağırıyor uzmanlar. Peki diyor ve bir şekilde edindiğim Almanca Eğitim Cd'lerini teker teker izliyorum. Tabi çok sıkıcı ve yorucu oluyor bu aşamada bir dil öğrenmek. Dinlenme zamanlarımı kitap okumaya ve internette sörf yapmaya ayırıyorum. Daha fazla nasıl yararlı olabilir diye düşünüp STK'ların haberlerini takip ediyorum. En çok da kendimi sorguluyorum. Böyle bir ülkede başka ne yapılabilir...

Şimdilik yüreğimde ışık, içimde amansız sabırla beklemekteyim.

Not: Sanırım en sancılısı olan bekleme aşamasındayım ve durumum böyle devam edecek uzun bir süre. Ama bu sürede aklımdan hiç bir zaman pes etmek, yılmak geçmiyor. Bundan ziyade bu kadar insanın iş bulduğu bu sektörede bana da yer olduğunu düşünüyor ve araştırmalarımı sıklaştırıyorum. İlerleyen aşamalara yönelik 2 tane planım var. Bunlardan birsi SHÇEK'in iletişime geçmesini beklemeden kendi çabalarım ile Kamu kuruluşları ile görüşmeye gitmeyi planlıyorum. Diğer planım ise artık özel sektörün göbeğine inip yüzyüze görüşmelere başlamayı düşünmem. Bu aşamaları sonraki yazılarımda aktarırım.